Bir ilaç firmacısı, bir ecza depocusu ve bir de eczane sahibi eczacılık yapan üç arkadaş neşe içinde gezip eğlenirken bir bahçe görmüşler.

Ama ne bahçe!

Duvarlarından dışarı uzanan dallarından erikler, kirazlar, elmalar, çeşit çeşit meyveler adeta taşarcasına sarkıyormuş… Dayanamayıp duvardan atlamışlar, başlamışlar meyveleri ağaçlardan koparıp koparıp yemeye… 

Birden bahçenin sahibi olan ilaç ve eczacılık alanında üst düzey resmi görevli olan adam gelmiş. Bahçe sahibi önce “Hadi ecza depocusu ve eczane sahibi kanunla doğrudan bana bağlı, onlar yiyebilir. Sen ne hakla benim bahçemdeki meyveleri yersin?” deyip ilaç firmacısını bir güzel dövmüş.

Sonra da ecza depocusuna dönüp “Eczacı doğrudan benim personelim sayılır, o yiyebilir de sen ne hakla yersin?” diye adamı resmen haşat etmiş.

En son eczacıya dönüp “Hadi bunlar sermaye sahibi, arkamız sağlam demişlerdir, sen iki dudağımın arasındasın, sen neyine güvenip yedin?” diyerek onu da pestilini çıkarana kadar dövmüş.

Bu üç arkadaş paydaş, dayağı yemiş otururlarken dayağı yiyenlerden birinin kafası dank etmiş: “Biz başta İlaç firmacısını dövdürmeyecektik!” demiş ya,

İşte o hesap;

İlaç firmacısı, ecza depocusu ve eczane eczacısından oluşan topluluklar en baştan beri düşman kardeşler gibi birbiriyle sadece bayramlarda seyranlarda protokol icabı zorunluluktan bir araya gelip dağıldıkları, yaşadıkları sorunlar için ortak aklı harekete geçirmeyi akıllarına bile getirmedikleri ve sadece kendi sorunlarına odaklanıp günü kurtaran çözümlerin peşinde koştukları için bilgisayarların bile hesaplamakta zorlandığı fiyatlandırma sisteminde kaybolan karlılıklarını artık arayıp bulamıyor, sadece bilançolarına yansıyan eksi bakiyeye donuk bir surat ifadesiyle bakakalıyorlar.

Havalı diplomaları aldıkları üniversitedeki hocaların iktisat ve işletme derslerinde belki onların bile ciddiyetini anlatamadıkları iflas konusunu iliklerine kadar hissedip yaşayarak öğrendiklerini fark ettiklerinden midir nedir, böyle bir psikolojik rigor mortis tepkisi veriyorlar.

Gerçi kendi aralarında herkes toplanıyor, toplantı üstüne toplantı yapıyorlar. İlaç firmaları kendi içinde toplanıyor, sonra yerli olanlar kendi arasında, yabancılar da kendi arasında toplanıyor ve dahi depocular da büyükler ve küçükler olarak kendi aralarında toplanıyorlar, toplanıp toplanıp dağılıyorlar…

Arada herkes kendi cenahındaki sorunlara çözüm bulmak adına resmi makamlara cılız başvurular yapıyor, ama tüm sektörü temsil etmediği için yapılan başvurular kamu otoritesini yönetenlerce kısmi şikayetler olarak algılanıyor, çözüme yönelik bir geri dönüş maalesef ki olmuyor.

Misal firmacıların bir kısmı gidiyor kendi dertlerini anlatıyor, cevap alamıyorlar, sonra depocuların bir kısmı gidiyor onlar da diğerlerinde farklı dertlerini anlatıyor, sonra da özellikle oda seçimi dönemlerinde eczacılar da birkaç resmi ziyaret yapıyor, çay kahve içirilerek uğurlanıyorlar.

Derli toplu bir şekilde sorunlar raporlanıp yetkililere sunulmadığı için yetkililerce körlerin fil tarifi gibi algılanan sorunların hiçbiri için bir çözüm üretilmiyor.

Bu kadar eğitimli yöneticilerin olduğu, dünyadaki ilk üç sektörden birini kontrol eden beyinlerin bir araya gelmeyi denememesi ancak “yönetim miyopluğu” olarak adlandırılabilir ki bizim gibi her şeyin ilacını bulan bu soruna deva bulamamamız mümkün değil.

Terminolojik olarak işletmelerde “Yönetim miyopluğu” yani yöneticilerin uzağı görememesi, sadece günü kurtaran kısa vadeli planlarla ilgilenmesi durumunda ortaya çıkar. Yönetici miyopluğuna yakalanan bir işletmede ise, rutin davranışlar tekrar edilir, değişime gerek olmadığına inanılır, ayrıca iletişim ve beklenti odaklı olmayan, statükocu bir süreç yönetim modeli hüküm sürmektedir. 

Oysa;

Sektör temsilcileri kendi küçük organizasyonları içinde bir araya gelse, sadece büyük yöneticiler bir araya gelip çay kahve içerek “Ne olacak bu sektörün hali” deyip dağılmasa, kendilerinin yaşadığı sorunları ve çözüm önerilerini raporlayacak uzman deneyimli personellerine bu görevi verse, sonra da bu küçük çalışma grupları bir araya gelse, bütün sektörün sorunları ve çözüm önerileri bu ortak komisyonla raporlansa; sonra herkes bu raporun altını imzalayarak yetkili makamlara gitse, nasıl olur?

Olmaz mı???
Çok mu zor???
Hiç de değil!
Neden derseniz;

Çok büyük acılar yaşadığımız, 11 ilin yerle yeksan olduğu 6 Şubat Depreminde bu sektör kendiliğinden öyle bir organize oldu ki; lojistik ve finansman sorunları dahil kimseden destek ve fikir almadan halka ilaç ve eczacılık hizmetini ulaştırma görevini  ilk andan itibaren çözdü, kimseyi ilaçsız bırakmadı, devlete tek kuruş yük olmadı, kendi çadırını aldı, kendi konteynırını götürdü, 24 saat hizmet veren gönüllü bir sistem kurdu.

Hatta bu organizasyonu tüm dünya resmî kurumların yaptığını zannetti, yetkililer de hiç bozuntuya vermedi, biz ise tevazumuzu sektör olarak sürdürdüğümüz için başarılan işin büyüklüğünün bence hala farkında değiliz.

Bu yüzden seneler içinde oluşan bu ekonomik enkazı da bizim organizasyon becerimiz ile çok kolaylıkla çözebiliriz.

Organize olunup raporun çıkması, yetkililerin önüne gidilmesi iki haftayı bulmaz.

Vaktimiz az, çünkü bütçeye konulmadan da hiçbir mali iyileştirme gerçekleşmez.

Yani; şimdi birleşme zamanı!

Ecz. Kadir Sedat Sofugil
basareczanesi@gmail.com



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat