Ecz. Aykut Kurşun
Serbest eczacı olmak, hep “arada” olmak, arafta kalmak demektir. Yaptığın iş özeldir ama resmi bir hüviyeti de vardır. Halkla iletişimdesindir ama devletle de bağın vardır, hatta çoğu zaman vatandaşla kurumlar arasında köprü olursun. Kimi seni işletme sahibi olarak görür, kimi de esnaf! Patron kimliğinle, işçi kimliğin çoğunlukla birbirine karışır. Toplumun en küçük yapı taşı aile, onları bağlayan harçlardan biri eczacıdır. Zincir marketin, sağlık kuruluşunun, kargo şirketinin bile ulaşamadığı köyde o vardır. Kaymakam değişir, belediye başkanı değişir, muhtar değişir, eczacı kolay kolay değişmez.
Yıllar önce bir satış müdürü, firmasının ne kadar kurumsal olduğundan bahsetmişti. Ben de ona şöyle cevap vermiştim: “Çok firma gördüm, bir çoğu ya el değiştirdi, ya birleşti, ya da battı. Eczanelerden daha kurumsal çok az işletme görüyorum.” Tahmin edeceğiniz gibi o firma da artık tarihin tozlu rafları arasında yerini aldı.
Eczanemi açtığım ilk yıllarda (1990'lı yıllar) reçeteli ürünler dışında pek satış yapılmazdı. Itriyat olarak bulundurduğumuz ürünler olsa da toplam cirodaki yüzdesi azdı. Bir zaman sonra işler iyi gittiği halde kendimi bir boşlukta buldum. Mesleki tatminim azalmıştı. Gelen reçetedeki ilaçları, hasta sahibine uzatırken arada bir değer yaratamadığımı düşünüyordum. Tariflerini yapıp, yan etkilerini söylüyordum ama bu bana yeterli gelmiyordu. Böyle olunca raftaki ürünle, hasta arasında “tedarikçi” olmanın dışına çıkamıyordum. Üstelik çok sevdiğim majistral ilaç reçeteleri de azalmaya başlamıştı.
Eczanesinin başında olan bir eczacı olarak günümün ortalama üçte birini uykuda, üçte birini eczanede, üçte birini de kalan diğer şeylerle geçiriyordum. Yani biyolojik ve fizyolojik ihtiyaçları karşılamak, sosyalleşmek, spor yapmak, aileye zaman ayırmak, arkadaşlarla görüşmek gibi çoğaltabileceğimiz bir çok şey aslında küçük bir zaman dilimine sıkışmıştı.
Özetlemem gerekirse en iyimser hesaplarla bile dünyada geçireceğimiz sürenin çok azının bize kaldığını fark ettim. Mesleğimi seviyordum ve bu durumu en azından kendi adıma değiştirmek istiyordum. Madem ki yapmak istediklerime zaman kalmıyordu. O halde bunları iş ortamına sokmam gerekiyordu.
Böylece çalışma ortamımı güzelleştirmeye başladım. En güzel kahveyi en güzel fincanda içmeye, eczaneye uygun müzik dinlemeye, ortamın sıcaklığına ve güzel kokmasına dikkat etmeye çalıştım. Laboratuvarımı, mutfağımı ve geri planda kalan şeyleri iyi ve temiz tutmaya çalıştım. Biliyorum ki “standardize tabela” çok güzel olsa da tek başına eczanemize itibar sağlamaz. Geri planda kaldığını düşündüğümüz şeyler kalitenin oluşmasının başlıca unsurlarıdır. Bunları GPP (Good Pharmacy Practices) içinde düşünebiliriz.
Eczacılığı bitirdikten sonra açık öğretim veya ikinci öğretim olarak bir kaç bölüm daha okumuştum. Mesleki gelişim, kişisel gelişim, işletme gelişimi derken bir sürü noktacığım oluşmuştu. Steve Jobs meşhur Standford Üniversitesi konuşmasında şöyle demişti: “Noktaları geriye dönerek işaretleyemezsiniz, siz noktaları yaparsınız, bir gün noktalar birleşir ve ortaya bir resim çıkar.”
Serbest eczacılığın bir kitabı yok, eczacılar için oluşturulmuş bir uygulama rehberi, bir yol haritası yok. Örneğin baş ağrısı sorunu ile gelen hastaya her birimizin sorduğu sorular farklı, gelen cevaplar farklı, haliyle tedavi metodlarımız ve hekim branşı tavsiyelerimiz de farklı. Smart eczacılık gibi uygulamalar zaman zaman denenmiş olsa da kayda değer bir sonuca ulaştırılamadı. Dolayısıyla benzer kaygıları taşıyan tüm meslektaşlarım değişimlerini kendi başlarına yaşamak zorunda kaldılar ve akıntıya karşı yol aldılar.
Yalnız bu noktada, çalışılan işe katılan değer anlamlı değilse, insan kendi dalgasında boğulabilir. Çünkü bütün bunları yaparken “mesleğin etik değerleri” açısından tartışmalı konuların veya “sahte bilim” içinde kalmak da olasıdır. Zaman geçtikçe ne kadar doğru bir karar aldığımı daha iyi anladım. Bu değişimlerle beraber mesleğime yüklediğim anlam, işimi de daha iyi bir noktaya taşıdı.
Anlattıklarım bir başarı hikayesi değildir. Gerçekte bir çok hata yapar, yaptığımız yanlışları düzeltmeye bir o kadar zaman ve para harcarız. 2020 öncesinde Stanford Üniversitesi “Ördek Sendromu” adında bir tanımlama yaptı. Ördekler gölün üzerinde hiç çaba göstermeden süzülürken, aslında gölün altında kalan ayakları makine gibi çalışır. Sosyal medyada da mutlu gözükmek için harcanan gayretin altındaki yorgun ayaklar görünmez.
Başarı her zaman görünenle ilgilenir. Sektör bileşenlerinden aldığım ziyaretlerde çok güzel bildirimler olurdu. “A Plus” diye bir kategoride olduğumu söyleyenlere “Lütfen beni Z Eksi diye düşünün” derdim. Büyük, lüks, gösterişli bir eczane ile değil, mesleği saygın bir şekilde yapmakla “A Plus” olunur. Elbette çok başarılı olup, önemli şeyler yapsanız bile, ambalajınız başarısızsa kimse içine bakmak istemeyebilir. Ama paketi çok güzel olan, içeriği zayıf bir çıktı yerine, geçtiğim dikenli yolların tasviri benim başarı anlayışıma daha yakın duruyor.
Pablo Picasso hayat hakkında fikrini soranlara şöyle demiş: “Hayatın anlamı yeteneğinizi bulmak, amacı ise onu başkalarına sunmaktır.” Bu düşünceden hareketle, çok emek ederek öğrendiğim ve uyguladığım şeyleri meslektaşlarımla paylaşmaya çalıştım. Rakiplere rağmen değil, meslektaşlarla beraber büyümek mümkündür. Doğru uygulamaları çevrenize yayarak sizin işiniz azalmaz ama herkesin işi artabilir.
2025 Ağustos’unda Richmond Nascar yarışında, sürücülerden Bubba Wallace yarışta iyi gidiyordu. Fakat pit stop sırasında lastik değişimi yapıldıktan hemen sonra bijon somunu gevşeyen tekerlek yerinden çıktı. Kendi pit alanı yerine, rakiplerinden birinin pit alanında durdu. Rakip takımın ekibi tereddüt etmeden tekerleği yerine oturttu ve piste tekrar çıkmasını sağladı. Profesyonellik, rekabet için her şeyi yapmak değil, işinize ve meslektaşlarınıza saygı duymak, gerektiğinde el vermektir. Etik bakışınız ve değerleriniz karakterinizi ve iş yapma tarzınızı oluşturur.
Bahçeye bir fidan dikmek, yarına inanmaktır… Audrey Hepburn
Kaynaklar & Alıntılar:
Arthur Schopenhauer - Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
İlham Süheyl Aygül - Beyaz Yakalının Akıl Defteri
İoanna Kuçuradi - Etik
Tayfun Uzbay - Cehalet Bilimi