Ecz. Aykut Kurşun

İnsan sonlu bir yaşam boyunca var olmaya çalışır. Günlük koşuşturmalar içinde bunun nedenini ve çözümünü bulmak yerine, bambaşka deneyimler ve tecrübeler yaşar. John Lennon’un “Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir” sözünü bilirsiniz. Yaşamı organize etmek bir yana, plansızlık her şeyi ve her yeri işgal etmiş durumdadır.

Frankl, 2. Dünya Savaşı yıllarını toplama kampında geçirmiş bir psikiyatrist. Sonrasında logoterapi konusunda eserler vermiş. Yaşamın anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz diyor:
Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak;
Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek;
Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek.

İlk madde oldukça açık. Ressamlar, müzisyenler, yazarlar, kısacası sanatçılar eserleriyle var olurlar. Bir işi severek yapmak ve üretmek de varlık sebebidir. İkincisi bir şey yaşamak (iyilik, doğruluk, güzellik vb) doğayı ve kültürü veya olanca eşsizliğiyle bir insanı-insanları yaşamakla ilgili. Yani onu-onları sevmektir. Üçüncüsü ise yaşanan acılara rağmen anlam bulmaktır. Sükunet ve hayata tevekkül etmektir.

Yaşam amacımızı kendi başımıza bulmak zorundayız. Mutluluk ve başarı peşinde koşamayız, bunların kendiliğinden oluşmasına izin vermemiz gerekir. Beden ve ruh homeostasis’e, yani gerilimsiz bir denge durumuna ihtiyaç duyar ama uğruna çaba göstermeye değer bir hedef ve mücadele yoksa boşluğa düşer. Kişi, hayatında derin bir anlam duygusu bulamadığında dikkatini zevk ile dağıtmaya bakar.

Alper Hasanoğlu “Hayat Bilgisi” kitabında bir hikayeden bahseder: Yunan mitolojisinde Sisyphos, Yeraltı Dünyası'nda (sonsuza kadar) büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş bir kraldır. Sisyphos'tan Yenilikler kitabında, Sisyphos'un sonunda taşı en tepeye kadar götürebildiği ve taşın yuvarlanmadan zirvede kaldığı anlatılır. Ama Sisyphos bu zaferden çok kısa bir süre sonra taşı şöyle bir dürter ve aşağı yuvarlar. Çünkü eylem sona erdiğinde ortaya çıkan boşluk duygusuna katlanamamıştır. Zafer her ne kadar önemli olsa da ona ulaşmak için gerçekleşen eylem de bir bakıma zaferdir. 

Karl Jaspers da benzer şeyler söylüyor: Kişinin kendi varoluşunu deneyimlemek için ağır bir hastalık, afet, savaş, sevilen bir kişinin kaybı gibi sınır durumlara ihtiyacı vardır. Kendi ölümüyle ya da ölüm olasılığıyla yüzleşmesi ise en büyük sınır durumdur. Sınır durumlarda bile hayatın anlamlı olması için kişiye ait bir değerler bütününe sahip olmak ve her şartta o doğrultuda seçimler yapabilmek, kararlar alabilmek gerekir.

Yukarıda bahsettiğim sınır durumlardan bir kısmını yaşadım. 6 Şubat 2023 tarihindeki deprem felaketinde 1000 (yazıyla bin) kadar tanıdığımı kaybettim. İşyerim, evim yıkıldı. Bütün birikimlerim gitti, üstüne üstlük büyük bir borçla baş başa kaldım. Ailemdeki kayıplardan ikisi çok sevdiğim ve iyi anlaştığım meslektaşlarım olan amcam ve yengemdi. Annemi ve babamı da deprem sonrasında hastalıkları sebebiyle kaybettim.

Aldous Huxley “Deneyim başınıza gelenler değil, başınıza gelenlerle neler yaptığınızdır” der. Dolayısıyla sonuçlar değil, ancak seçenekler tercih edilebilir.

Onca şeyden sonra nasıl sakin kalabildiğimle ilgili sorular aldım. Afet akabinde haftalarca uykusuz kalıp, bölgeye nasıl yardım edebildiğimi, yazılarımı nasıl yazabildiğimi, bu afeti sanatla nasıl ifade edebildiğimi de sordular. Bence hayatta kalmanın, hayatın kendisine karşı da bir sorumluluğu var.

2 yıl sonrasıydı, eczanesi Ankara’da olan bir meslektaşımla karşılaşmıştım. Kendisini tanıyamadım. Samandağ’a yardıma gittiğini, oradaki çocuklar için insülin ihtiyacı olduğunu, benim temin edip, sahra eczanesine ulaştırdığımı söyledi. Aslında yaptığım tek şey kaynakların, bağlantılarım aracılığıyla ihtiyaç olan yerlere aktarılmasıydı. İhtiyaç sahiplerinin arayıp taleplerini bildirdikleri gibi yardım etmek isteyenler de ne yapabileceklerini soruyorlardı. O güne kadar böyle bir bağlantısallığın içinde kaldığımı ve bunun bir fayda yaratmış olduğunu hiç fark etmemiştim!

Elisabeth Kübler-Ross anlam konusunda şöyle diyor: “Bir anda daha mutlu, sağlıklı ya da güçlü olmazsınız, ama çevrenizdeki dünyayı daha iyi anlarsınız ve kendinizle barış içinde olursunuz. Yaşamın derslerini öğrenmek hayatınızı mükemmelleştirmekle ilgili değil, hayatı olması beklendiği biçimiyle görmeyle ilgilidir. Birinin söylediği gibi, artık yaşamın eksikliklerinden zevk alıyorum.”

İnsan dış koşulları değiştirebileceğine ve dünyayı düzeltebileceğine inanır. Halbuki ancak kendimizi değiştirebilir, tutumlarımızı farklılaştırabilir, tepkilerimizi düzeltebiliriz. Kendi duygularımızı anlamaya çalışır, ruh halimizi iyileştirmeye gayret edebiliriz. Ancak bunları değiştirebilirsek, dünyanın da iyileşme ihtimali ortaya çıkabilir. Tüm olasılıklar şimdinin içinde bulunur. Ama insan, olası hayatlarından yalnızca bir tanesini yaşayabilir. Ve o meşhur cümledeki gibi: Yaşadığı yeri Cennet yapamadığı sürece, kaçtığı her yer Cehennem’dir…

Hayatın anlamını aramak yerine, anlamın hayat bulması dileğiyle…

 

Kaynaklar & Alıntılar:
Alper Hasanoğlu - Hayat Bilgisi
Elisabeth Kübler-Ross & David Kessler - Yaşam Dersleri
Günter Kunert - Sisyphos'tan Yenilikler
Matt Haig - Gece Yarısı Kütüphanesi
Stefano D’Anna - Tanrılar Okulu
Türker Kılıç - Bağlantısallık & Yaşamdaşlık
Viktor E. Frankl - İnsanın Anlam Arayışı



Dosya

Özgür Köşe

Dünyada Eczacılık

Sektörel Bakış

Çepeçevre

Kültür Sanat